Yine çaresizlikten sarıldım kaleme, Yine derdimi anlatamadım kimselere dostlarım… Hikâyeyi hepimiz duymuşuzdur.

ÖMER SABRİ KURŞUN

İnsanların isteklerini yapmaları amacı ile eğitilen bebek filler bir direğe bağlanır, hayvan önce kurtulmak için uğraşır, uğraşır, uğraşır…

Boynunda onu oraya bağlayan ipten kurtulamadığını fark ettiğinde artık denemekten vazgeçer. Büyüyüp kocaman, güçlü bir fil olduğu zaman da, tek bir hareketle kurtulabileceği boyunduruktan kurtulmak için hiçbir hareket yapmaz.

Çaresiz olmayı öğrenmiştir bir kere.

Öğrenilmiş çaresizlik; insanın kontrol edemediği çevre ve olaylara maruz kaldığında bu durumu değiştiremeyeceğine inanmasıdır. İnsanın çaresizliğini kabullenmesi demek, başına gelenlere razı olması demektir, bu da özgüvenini kaybetmesi anlamına gelir ki ben özgüvenimi hiçbir zaman kaybetmem… Çünkü söylediklerimi dil ile anlatamazsam, kalemimle anlatırım…

“Ne çok öğrendi bu gönül ne çok söndü, ne çok yandı...

Her defasında bu son sandı ama aldandı…

Bu gönül uyandı, bu sabah yeniden başladı!..” demiyor mu şarkıda Candan Erçetin…

“Nasıl yaşamam gerektiğini anlamaya başladığımda, nasıl ölmekte olduğumu gördüm...” demiş

-Leonardo da Vinci-

Hayatın tadına ölüme beş kala varmak kadar daha acı ne olabilir? Bir bahçeye giriyoruz ve karşımıza rengârenk iki çiçek çıkıyor. Birinin kokusu son derece güzel; diğerinin ise berbat…

Bilmeden, denemeden bir defa da karar vermeliyiz hangisini koklayacağımıza. Bir defa seçim yapma hakkımız var ve yaptığımız seçim bir ömür boyu bizimle yaşayacak. İşte dünyada seçtiğimiz hayatlarımız da böyledir. Bir bakıma kumar oynarız yani. Ya kazanırız ya kaybederiz ama sonunda oyun biter…

Hayat ve yaşadıklarını bir okyanus gibi düşün… Çılgın ve deli dalgalara isteyerek girmezsin… Durgun sular kendini belli etmez ve ne zaman coşacağını sen bilemezsin...

Her doğan güneşle birlikte yeni bir hayat başlar. Aslında, her dakika yeni bir hayat başlar.

Hiçbir zaman, hiçbir şey için geç kalmış değilsiniz.

Haydi o zaman yeni başlangıçlara; daha mutlu yaşamaya...

...Bedenimize, ruhumuza ve çevremize saygılı, sevgili yeni bir hayata merhaba, dostlarıma, merhaba…

Biliyor musunuz dostlar, insanın bilgisi arttıkça sevgisi de çoğalıyormuş…

Sevgi deyince hemen aklıma, 28 Ocak 2010 tarihinde “Sevmek” başlıklı paylaştığım yazı geldi.

Gerçi ben hep paylaşımlarım da önce sevmek derim.

Çünkü Rabbim kullarını yaratırken hamuruna sevgi katmıştır bir cimdik. Rabbimden gelir sevgi. O nun bahşettiğidir insanlara. O sevmese niye yaratsın kâinatı. Demek ki kul olarak bize de düşen sevmek. Savaşmak değil, dışlamak, ayrıştırmak değil. Karşılık beklemeden sevgi dağıtmak, inanın dağıttıkça çoğalacak geri dönüşleriyle…

Haydi, bu kadar girizgâh yeter dostlar, okuyun dostlarım sonra bir düşünüz varsa konuyla ilgili yazın. Ki bilgilerimiz dağarcığımızda çoğalsın. Çoğalsın ki daha çok sevmeyi öğrenelim…

Hayattaki her güzel şey bir insanı sevmekle başlar. İnsan hayatında tüm güzel duyguları içinde barındıran sevgiye bu yüzden ihtiyaç duyar ve ömrünün sonuna kadar demir atacağı tek güvenli duygunun sevgi olduğunu düşünür.

İnsan sever, çünkü düşünemez severken. Sevmek çıkar işi değildir, çünkü sevmek duygusu en çok insanoğlunun üzerinde şık durur...

Neden?..

Sevmek biraz da biyolojik bir şey, yani kanınız coşar severken, illaki birini değildir sevmek, sevmek bir kavrama da sıkı sıkıya bağlı olmak olabilir, bir varlığa da olabilir, bir çiçeği de sevebilirsin, bir kuzuyu da bağrına basarken bu duygu coşabilir sende...

Sev kardeşim, neden arama, eğer seversen karanlık tarafların ışığa kavuşacaktır. Yıpratmadan ve üzmeden sev... Sevmek için sebep aranırsa gerçek sevgi olmaz bence...

İnsan sebepsiz sever ve tam anlamıyla yaşar sevgiyi… Seviyorum çünkü şu bu... Ya da eğer şöyle olursa böyle olursa severim dendiği zaman hüsran doğar hep... Yaşamak için sevmelisin.

Önce kendini sevmeli, Yaratılanı sevmeli Yaratandan bir parça diye, sonra insanları sevmelisin önyargısız, olduğu gibi, onları kendi hallerinde sevmelisin, sevmeden sevilemezsin... Sevgisiz yaşanmaz ki. Mana sevginin zeminin oluşturur.

Mühim olan çok sevmek değildir azizim, mühim olan güzel sevmektir...

Neyi severseniz sevin, güzel sevin. Çok sevmek değil, güzel sevmek zordur ama kalıcıdır.

Birbirimizi anlamak ve sevmek için biraz daha gayret edip şu noktaları dikkate almalıyız!..

Unutmayınız ki, Sizin düşündüğünüz, sizin söylemek istediğiniz, söylediğinizi sandığınız veya söylediğiniz.

Karşınızdakinin duymak istediği, onun duyduğu, onun anlamak istediği, onun anladığını sandığı veya onun anladığı arasında farklar vardır…

Ne demiş Koca Yunus Emre: “Gelin tanış olalım İşi kolay kılalım. Sevelim, sevilelim, bu dünya kimseye kalmaz.”

Kim; Barış adına, Sevgi adına, insanlık adına yoklama alırsa, Ben; ‘Buradayım’ ve Bizi daha çoğul BİZ olmaya bekliyorum…

Sevin, sevilin, hayat sevince güzel ve diyelim her bir cümleye; atalarımızdan emanet aldığımız bu Vatanın sahipleri yalnızca bu Vatanı karşılıksız seve bilenlerdir… Gününüz ve ömrünüz sağlık, bereket ve huzurla sürsün, hayat ağacınızın dallarında her gün yeni sevgi tomurcukları açsın…

Mutlu ve umutlu, acısız, gözyaşsız günler dilerim. Gönül soframdan gönül sofranıza muhabbet olsun…

Hoş kalın hoşça kalın ama her dem sevgiyle dostça kalın... Bir gün, bir yerlerde, görüşmek ümidiyle…