Küçük bir kız çocuğu çimenlerin üzerinde yürürken bir kelebeğin dikene takılıp kalmış olduğunu görür. Hemen koşar ve çok dikkatli bir şekilde kelebeği dikenden kurtarır.

Bu sabah güne kıssadan hisse bir hikâye ile başlayalım istedim dostlarım…

Küçük bir kız çocuğu çimenlerin üzerinde yürürken bir kelebeğin dikene takılıp kalmış olduğunu görür. Hemen koşar ve çok dikkatli bir şekilde kelebeği dikenden kurtarır.

Kelebek sevinçle uçmaya başlar. Ve az sonra çok güzel ve iyi kalpli bir peri olarak geri döner.

Küçük kıza “Güzel kız, bu iyiliğine karşı bende sana en çok istediğin şeyi vermek istiyorum” der.

Küçük kız bir an düşünür ve cevap verir “Hayat boyu mutlu olmak istiyorum”

Onun üzerine peri ona doğru eğilir ve kulağına bir şeyler fısıldar. Ardından birden bire gözden kaybolur.

Kız büyür. Çevresindeki hiç kimse ondan daha mutlu değildir. Bu mutluluğun sırrını ona her sorduklarında yalnızca gülümser ve “iyi bir perinin sözünü dinledim” der.

Seneler geçer ve bu mutlu yaşlının sırrının onunla birlikte öleceğinden korkan komşuları “Lütfen bu sırrı artık bize de söyle” diye yalvarırlar. “Perinin sana ne söylediğini bizlere de söyle” derler. Sevimli yaşlı kadın dayanamaz “Tamam söyleyeceğim” der.. “Peri, çevremdeki her insan, ne kadar güçlü ve güvencede imiş gibi görünüyorlarsa da, gene sana muhtaçlardır unutma ve öyle davran. Bak o zaman daima mutlu olacaksın” demişti der.

Ne kadar anlamlı ve önemli bir hikaye değimli?..

Bu gün “Beşeri münasebetler” dediğimiz bu kavram, hikayede bir çocuğun kulağına iyilik perisinin fısıldadığı sözlerde gizli değimlidir?.. Özü, insanın önce kendi kendisiyle barışık olması, sonra da çevresindeki insanlarla bütünleşmenin gereğinin önemini bilmesi uyarısıdır...Yani zenginlikle, tahsil yapmakla, fiziki güzellikle, makam kazanmakla insan olunmuyor..

Sanırım buraya kadar anlaşılmıştır konunun girizgâhı…

Anlayan sevgiye sahip kişi, içsel boşlukları doldurmuş, dışsal çıkıntıları düzleştirebilen insandır.

Etrafımızda yaşanan birçok toplumsal olaya baktıkça zaman zaman insan olmaktan utanıyorum…

Ve acı acı düşünüyorum… İnsan olmak o kadar kolay değilmiş demek…

İnsan toplumda birçok kişiyle bir arada, etkileşim halinde yaşamak durumundadır. Zaman zaman kendisiyle ve çevresiyle ilgili düşüncelerinde ya da davranışlarında sıkıntılara düşebilir. Böyle bir durumda kendisinin ve iletişimde olduğu kişilerin düşüncelerini anlama, davranışlarını anlamlandırma ihtiyacı duyar. Bunu sağlayabilirse kendi dikenlerini başkalarından, başkalarının dikenlerini de kendinden korumak için uygun mesafeyi alabilir.

Peki, insan olmanı iki aya üzerinde yürüme ve tüm canlılardan daha fazla yetenekli kılınmak olmadığını nasıl ve ne zaman öğreneceğiz?..

Aslına bakacak olursak, insan olmayı, insan olmanın anlamını ve ben bir insanım” demenin değerini eğer istemezsek, hiç kimse öğretemez bize… Keşke insan olmak esastan tüm güzellikleriyle birlikte bizlere Yaratanın eşsiz armağanıdır diyebilsek… Anlayacağınız, insan denen bu muhteşem makine ve hiç bir bilgisayarın çözemeyeceği ayrıcalıklı yaratık için söylenecek o kadar çok şey var ki...

Çok muhteşem yaratılmasına rağmen, içinde uyuyan canavar eğer uyanır ve tüm doymazlığıyla etrafa saldırmaya başlarsa, eyvah..

Hepimiz zaman zaman “ben kimim?”, “yaşamın anlamı ve amacı nedir?”, “ben ne için yaşıyorum?” gibi soruları sormuşuzdur.

“Ben kimim?” sorusuna farkındalığında olarak cevap verebilen sağlıklı insandır.

Birçoğumuz bize yaşamın ve başkalarının verdiği rolleri oynamaktayız. İyi ana baba olma, iyi eş olma, iyi öğrenci olma, iyi meslek sahibi olma, ahlaklı olma, dindar olma gibi. Bu rollerin birçoğu da hep başkalarını mutlu etmeye yöneliktir.

İnsanlara kim olduğunu sorduğunuzda aldığınız cevap, yetiştiği kültürel ve sosyal bağlamlarına veya rollerine göre önce babayım, önce anneyim, önce Müslümanım, önce Türk’üm, önce doktorum, önce mühendisim, önce işçiyim gibi tanımlamalardır.

Tüm bunların ötesinde neyiz?..

Mükemmelliğin kendisinden korkmak, kendini bulmak hatalarda, yaşamın dahi çözemediği problemlere çözüm bulacak formüller aramak.

Hoş bir iştir yaşamak, durmadan tekrarlara boğmadan, sürprizlere açık, her daim yaşama sıkı sıkı tutunmak. Ciddi işleri yapanlar çok... Kalın ve siyah mürekkeple yaşam izlerini yazanlar da.

İşi mahir kılmak, kendin olmak, yaşarken kendini bulmak, kendini memnun etmek, sonrası bir düğümün çözülen ilmekleri…

Yaşam kendi adına neyi önemsiyorsan onu pişirip pişirip önüne koyuyor çünkü. Seyrediyoruz hareketsizce kendimizi, sonra herkesin içinde gömülü bulunan cevherlerini keşfetmesi ve sonrasında aradığını bulmak için yola çıkma hikâyesi yazılıyor. Ölüme rağmen yaşamak, ölüme rağmen hedefleri tam ortadan isabet ettirmeye çalışmak, özetle insan olmak başlı başına mucize.

Mucizelere inanmadan yaşadıkça kayıpların girdabına kapılmamak ne mümkün..

Ey insan kendi içinde çözdüklerini bir de kalabalıkların yalnızlığında bul. İşte o zaman büyüyorsun, büyütüyorsun ruhunu. Yüksek seslere, kabalıklara, insan olmanın dışındaki her türlü zavallılıklara karşı inceden bir yüce ruhu büyütüyorsun içinde.

Eğildikçe yücelen, sustukça kökleşen, asileştikçe insana benzeyen... Bu yüzden ruhu beslemek lazım yeniden, bıkmadan usanmadan..

Ruhu inceleştiren, öfkeden arındıran, güzel sözleri dile taşıyan, nazik ve ince olmayı öğreten ancak ve ancak içi her gün dolmaya aç bir dimağ, okuyan ve kendini geliştiren bir zihin ile mümkün.

O zaman insan kendini kimseye, kimselere onaya sunmadan güçlü hissedecek donanıma sahip oluyor.

Acırım ruhunu incelikten, zariflikten ve bilgiden mahrum edenlere. İçindeki hazineleri cehaletin elinde teslim edip, kendi ilim denizini bataklığa çevirenlere.

Gününü ziyan edip, ne kendisine, ne etrafına faydası dokunmayanlara..

Her daim insan olmaya, kötülüğe dahi iyilik ile sapasağlam duranlara sebep dönen dünyaya.

Çivisi çıkmış dünyanın, ruhunu kirliliklere dayamış insanlarına her gün yeniden şans tanımasına...

Öyle ya da böyle mücadele eden ruhun kazanması için var gücüyle okuyan topluma. Okudukları ile değiştirebilen küçük de olsa faydalı farkındalıklara. Gözleri kapatmak var kötülüklere bir de savunmak çıplak gerçeklere hayatın aslında bu kadar kirlenmemiş olabileceğini.

Sesini yükseltme insan, lafını kendi vicdanında ölç de biç de tüket. Karşında insan olduğunu unutma. Hayvanlara özgü yaşamaksa amacın, onlar bile bir düzenin içinde boynu bükük. Sen sen ol, karşındaki insanın kendisi için değeri olduğunu, kendi değerine ihtiyacı olan insanlar olduğunu unutma. Düşüncesizliğine kabalığı ilave edip yoksunluğunu hırçınlığınla örtbas etme.

İnsan olmak güzel ahlak ile mümkündür. Güzel ahlakta ancak okumakla, öğrenmekle ve tüm bunları hayatına tatbik etmekle olur. Olur ki sen bunlardan yoksunsan insan olmanın lafta olduğu kervana katıl, kalabalıkların yalnızlığında kaybol...

İnsanı insan yapan şey onun içinde taşıdığı yüce duygulardır. Bu yüce duyguların başında diğer insanları sevmek, diğer insanların haklarına saygı duymak, hoşgörüye sahip olmak, doğru ve dürüst olmak vb. nitelikler sayılabilir. Bunlardan birinden ya da birkaçından eksik olan bir beden için insan tanımlaması yapmak doğru olmaz kanısındayım.

Ahmet Selçuk İlkan dostumuzun "İnsan olmak kolay değil" şiirin bu ilk dörtlüğünde dediği gibi: insan olmak zor meziyettir.

“Durup durup sorma bana

Bunu bilmek olay değil

İnsan doğduk insan ama

İnsan olmak kolay değil”

O duyguya sahip olması için kişinin kendini zorlaması daha doğrusu bu duyguyu içinde hissetmesi gerekir.

Başkaları şunu dedi, bunu dedi diye yapılan davranışların hiçbirinin insanlık duygusuyla ilgisi yoktur.

Bizler hayatımızın hangi döneminde olursak olalım, hangi şartlar altında olursak olalım bu duygudan vazgeçmemeliyiz. Çünkü gerçekten de insan olmak, insana yaraşır meziyetleri yapmak bir sanattır.

Bu sanatın kurallarını da iyi uygulamamız gerekir.

Özetle insan ol... İnsan olalım…

‘Ruhunu kaybetmiş bir insanda yaşamın anlamını aramak ne saçma! Belki de yerin üstündeki cesetler, altındakilerden fazla...’

“Hayat seni korkutuyorsa, içini yakıyorsa, en yakınların çirkin maskeler takmışsa, hayat budur de, ikinci kez çağrılmayacağın bir oyun olduğunu söyle. Zevk verici ve acı çektirici bir oyun, inanç ve aldatma oyunu, maskeler oyunu, onu sonuna kadar oyna, ister oyuncu olarak ister izleyici olarak.”

AMİN MAALOUF

Bugün toplumda güvenin yerini güvensizlik almış, sevgi yerini nefrete bırakmış, dürüstlük yerine üçkâğıtçılık takdir edilir olmuş, dayanışma yerini rekabete bırakmış, alçakgönüllülük gösterişle yer değiştirmiş, üretimin yerini tüketim almış, bencillik had safhaya ulaşmış ise bunun yegâne sebebi sağlıksız ailede yetişmiş sağlıksız ve kalıplanmış insan sayısının çoğunlukta olmasıdır.

Ne mutlu gerçek insan olabilenlere... İçleri insanlık adına “İNSAN” sevgisiyle dolup, gülümseyenlere...

Her bir cümle insana İnsani duygulara sahip bir ömür dileğiyle… Sevgiyle, sevdiklerinizle tüm kirlenmişliklerden uzak, mutlu gülen bir yüzle, sevin, sevilin, hayat sevince güzel ve diyelim her bir cümleye; atalarımızdan emanet aldığımız bu Vatanın sahipleri yalnızca bu Vatanı karşılıksız seve bilenlerdir…

Gönül sofranıza gönül soframdan sevgi ve muhabbetler gönderdim...

Mutlu, umutlu, sağlıklı, acısız, gözyaşsız güzel bir Pazar günü dilerim, sevdiklerinizle birlikte geçireceğinizi dilediğim…

Hoş kalın hoşça kalın ama her dem sevgiyle dostça kalın... Bir gün, bir yerlerde görüşmek ümidiyle…