Vefa

VEFA

“Yıllar yarlardan, yarlar yıllardan vefasız… Kara baht bir kasırga gibi. Bu ne baş döndürücü iş? Geceler günleri, günler geceleri kovalıyor; cefalar cefaları kolluyor. Saçlarımızda aklar akları, alnımızda çizgiler çizgileri doğuruyor. Tevekkül güç, isyan vahim; felek hiç rahmetmeyecek mi?.. Heyhat, aziz dost, onu döndüren kara bahtın kasırgası…“

Bu sözlerle başlıyordu Yakup Kadri “Erenlerin Bağından“ eserine. Gözyaşlarımı tutamadım nedense bu satırlarda. Çünkü gönlüme ve gönüllere yapılan vefasızlık düştü aklıma bu kez…

Arapça olan vefa sözcüğü, “sözünde durma, verilen sözü yerine getirme, sevgide süreklilik, bağlılık ve sadâkat gibi anlamlara gelmektedir.

Vefasızlık çok kötü bir şey… Gönül acıtan bir duygudur.

Hayatta sevip sevilmemek, arayıp aranmamak, unutmayıp unutulmak, özleyip özlenmemek, onun için canını vermek ama onun umursamaması vefasızlık örnekleri… Acı tatlı anılarıyla, sevabıyla günahıyla yıllar gelip geçiyor. Bazen de delip geçiyor.

Hayat böyle akıp giderken, durup düşünmek yerine sürekli aynı hızda devam etmek en kolayı.

Yaşamdan tat almaya başlamışken, nedeni olamayan sonuçlar yüzünden ağlamayı tercih ettiğimiz anlarda çok oluyor.

Dostlarımızın vefasızlığı için ağlarız… Hele bir yârin vefasızlığı kan ağlatır çoğu kez insana…

Fakat insan aslının temiz, soyunun iyi olduğunu gösteren en açık delillerden, en güçlü kanıtlardan biridir vefa… Vefa, yapılan iyilikleri unutmayıp daha güzellikle karşılık vermektir. Peygamber Efendimiz de “Ahde Vefa imandandır” buyurur.

Vefa, hakkı gözetmektir. Herkese hakkını vermek, haksızlıktan kaçınmak, insanlara sevgi ve ilgi göstermektir. Her daim hak ve hakikatin safında yer almaktır. Zalimin hasmı, mazlumun hısmı olmaktır vefa…

Vefanın en güzeli ahde vefadır. Vefa, verdiği sözü mutlaka tutmak, yapamayacağı sözü vermemektir. Büyük küçük, çoluk çocuk demeden her kiminle konuşulursa, ağızdan çıkan bir sözün aslında bir ahit olduğu bilinciyle hareket etmektir. Yerine getirilmeyen sözün gerçekte yalancılık olduğunu asla unutmamak gerekir.

Geleneksel toplumun güçlü duygularından olan vefanın modern toplumda zayıflaması, yabancılaşma olgusuyla doğru orantılı olarak geliştiği düşünülmektedir…

Fakat günümüz hayata anlam katan bu duygunun artık hatırlanması güç bir değer olduğuna çoğu zaman şahit olmaktayız…

“Kim erdemliyse onun adı her tarafa yayılır; eğer birinin erdemi yoksa adı anılmadan yaşlanır gider. Kişi, erdemiyle başkalarına üstün olur; kimin erdemi çoksa o uçar gibi yükselir” diyen Yusuf Has Hacib, erdemli olmanın ahlakın amaçlarından biri olduğunu söylemiş olur. İşte bu erdemlerden biri de vefalı olmaktır.

Vefa, sevdiklerimizle, dostlarımızla geçmişte yaşadıklarımızı, hafızamızda bilerek ve isteyerek saklamamız, unutmamamız anlamındadır.

Buna bir başka ifadeyle sadakat demekteyiz. Buna göre vefa, hafızamızın erdemi olarak düşünülebilir.

İnsan, geçmişten geleceğe uzanan bir bellek içerisinde yaşar. Gelecek hakkında henüz bir şey bilmediğimiz için geleceğe yönelik tahmini planlar yaparız. Bunlar ya gerçekleşir ya gerçekleşmez. Neyle karşılaşacağımızı bilemeyiz. Ama geçmiş böyle değildir. Mazi, olup bittiği için artık yoktur, ama içinde yaşananlar, insanı geleceğe taşır ve ona kişilik kazandırır.

Çünkü insanı insan yapan vasıflardan biride geçmişte yaşadığı güzellikleri unutmamaktır. İşte bu unutmamaya vefa denilmektedir.

Vefası, sevgisi gerçek ve kalıcı olana vefalı veya vefakâr denir. Bunun aksine, vefalı olmayan; sevgisinde, dostluğunda sebat göstermeyene de vefasız adı verilir. Sıkça kullandığımız ahde vefa ise “verilen söze ve yapılan sözleşmeye bağlılık” demektir.

Vefa kavramı¸ ahlak¸ tasavvuf¸ hukuk başta olmak üzere pek çok disiplin içerisinde çeşitli anlamlarda kullanılan önemli bir kavramdır. Kur’an’da ve Hz. Muhammed (s.a.v)’ın sözlerinde vefa ve onunla eş anlamlı pek çok kavram geçmektedir. İslâm tasavvufunda vefa deyince akla önce “ruhun dürüstlük içinde bulunması; ezelde, Bezm-i Elest’e Allah’a verilen söze3, misaka bağlı kalmak; insanlara verilen ahdi korumak (ahde vefa)” gelmektedir.

Hz. Mevlâna da vefaya çok önem vermiş, eserlerinin pek çok yerinde “Vefaya yemin olsun ki…” ibâresini kullanarak onun, üzerine yemin edilecek yüce bir duygu olduğunu bize öğretmeye gayret etmiştir.

Mevlâna, sevgiliye vefa göstermeye, sevgiliden dilemeye ve dilek sahibi olmaya çağırır. Ona göre, aşk vefakâr olduğu için vefakâr olanı satın alır.

Mevlâna, sevgili ’yi ihmal eden veya ondan kaçana, “Geri gel! Sevgili sözünde durmaktadır. Yüzlerce vefasız gibi senin sevginden yüz çevirmiş değildir” diyerek dönüş çağrısında bulunup, devamla “Senin bir tek canın olduğu hâlde sevgide vefalısın. Ya o canların canı olan can nasıl olur da vefasızlık eder?.. Sorusunu sorarak vefanın, sevgilinin şanından olduğunu belirtmeye çalışır.

Vefa, aynı zamanda kadir kıymet bilmek demektir. Hz. Mevlâna, kendisinde mevcut bulunan ilâhî aşkın ortaya çıkmasına vesile olan Şems’in kadr-i kıymetini bilmiş ve bütün şiirlerinde onun ismini, Şems-i Tebriz mahlasını kullanarak bu kadirbilirliğini ortaya koymuştur

Ancak Mevlâna, sevgilideki şekle değil, manaya vefayı önceler. O, “Sevgili, hisle idrak edilseydi her hisle idrak edilene âşık olurdum. Vefa, aşkı artıyorsa, sûret nasıl olur da vefayı değiştirir?..

Sorusunu yönelterek vefayı, duyular dünyasındaki, maddi âlemdeki sûrete dayalı güzelliklere dayamaz.

Vefa, “sevgiyi sürdürme, sevgi, dostluk bağlılığı” anlamına gelen bir kelimedir. Vefasız ise “vefası olmayan, sevgisi çabuk geçen, hakikatsiz, bivefa” anlamlarına gelir. Vefa kelimesinin yukarıdaki anlamına baktığımızda her insanda olması gereken güzel bir haslettir. Vefa, sevginin ve dostluğun devamı ve artması için gereken bir kişilik özelliğidir.

Daha ulvi açıdan bakacak olursak, ilâhî aşkın inciye dönüşmesine vefa diyoruz. Vefa aşkın en önemli ve belki de yegâne meyvesidir. Vefa, aşkı artıran güçlü bir duygudur.

Gerçek sevgili doğruluktan, vefadan ibarettir. Vefa, sevgiliye ayrı bir tat katar. Kişi, şekerden tatlı bir hâle gelsen bile o tadın ondan bazen gidivermesi mümkündür. Fakat fazla vefakârlık sebebiyle tamamen şeker olan sevgiliden bu tadın ayrılmasına imkân yoktur.

Kökleri yerli yerinde dalları, kolları ve kanatları ise aşk yüzünden göklerde, göklere yücelmiş vefa ağaçları vardır. Vefalıların bal gibi vefaları bu aşktan kaynaklanmaktadır.

Aşkın yeli geceleyin toprağı okşayıp ya da dokunup geçer; hâliyle vefasızdır. Aşk ise vefasız olanları vefa madeni hâline dönüştürür. Aşk yüzünden kökleri yerli yerinde dalları ise göklere yücelmiş vefa ağaçları vardır.

İnsan bir ağaca benzer, ahdi de ağacın köküne. Kökün iyileşmesine”, sağlamlaşmasına çalışmak gerekir. Bozuk ahit, çürümüş kök gibidir; kökü çürümüş ağaç meyve vermez.

İnsana düşen cefa değil, vefa kadehini yudumlaması ve sunmasıdır. Hz. Mevlâna, vefa kavramına ayrı bir değer verip örneklerle onu övdüğü gibi, bunun aksine cefa ile vefanın bir olmadığını belirtmekte ve cefayı yermektedir:

Yürü, artık kalem kurudu, az vefakâr ol derler.

“Kalem yazdı, mürekkebi kurudu” sözünün manası, cefa ile vefa birdir demek değildir.

Cefaya karşılık cefa: Kalem yazdı, mürekkebi bile kurudu. O vefaya karşılık da vefa: Kalem yazdı, mürekkebi bile kurudu demektir…

Âşık, sevgiliden vefa bulunca, minnet duyarak, takdir hisleriyle onu alkışlar; bunun aksine cefa görürse de sabreder, teslimiyet gösterir. Zira sevgili, tef gibi onun yüzüne durmadan vursa da her vuruşta ayrı bir güzellikte ses verir. Sevgilinin cevri başkalarının vefasından daha zevkli; onun yaralaması başkalarının ilacından daha hoş, el kapaması yani vermemesi başkalarının bağışlarından daha hayırlı hatta sövmesi başkalarının övmesinden daha tatlıdır.

Kişiye, sevgiliye bağlı olmak, ondan kopmamak, yılmamak, ona vefa göstermek, yaraşır.

Yaşadığımız çağın manzarası ortada: Kimi insanlar hayatta kalmanın yegâne çıkar yolunu “çıkar” da arıyor ne yazık ki. İnsanın değerinin “eşya” ya yüklendiği, vefanın yerine “para” nın taht kurduğu hazin vakitlerden geçmekteyiz. Dostane sohbetler yerine gözlerin ekranlara dikildiği; dert deşenin çoğalıp dertleşenin azaldığı “sanalsı” zamanları idrak etmekteyiz! Birileri, sözde ilerleme adına insanlığı, uygarlığı talan ederken bizler inancımızın, töremizin gereğince insan kalalım. Cihanın dört bir yanına şanla şerefle insanlığı yayalım. Al bayrağımız vefayı, insanlığı, merhameti, sadakati dalgalandırsın gök kubbede bir hoş seda olarak…

Bu son sözü Üstat Ömer Hayyam’a bırakalım dostlar:

“Yalnız bilgili olmak değil, adam olmak;

Vefalı mı değil mi insan, ona bak.

Yücelerin yücesine yükselirsin,

Halka verdiğin sözün eri olarak.”

Sevgiyle, sevdiklerinizle tüm kirlenmişliklerden uzak, mutlu gülen bir yüzle, sevin, sevilin, hayat sevince güzel… Atalarımızdan emanet aldığımız bu Vatanın sahipleri yalnızca bu Vatanı karşılıksız seve bilenlerdir… Gönül soframdan gönül sofranıza muhabbet olsun bu güzel Perşembe gününde…

Hoş kalın, hoşça kalın, sevgiyle hep dostça kalın, bir gün, bir yerlerde görüşmek ümidiyle…